Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yalnız ekonomisi ve dış
ilişkileriyle Türkiye’yi değil, geçmişindeki ayak bağlarını da çözüp
yeniden bağlayarak tarihi de bir büyük dönüşüme, Yeni Türkiye’ye
hazırlıyor. Asırlık prangalardan, manasız tabulardan kurtulmamızın
yollarını açıyor. Lozan da bu asırlık prangalardan biriydi ve yaptığı
son çıkışla bu pranganın kırılmasına gidecek yolu açmış oldu. Böylece
toprağımızda gözü olanlara da ‘Biz bırakın toprak vermeyi, kaybettiğimiz
toprakların acısını bile henüz dindiremedik, siz ne diyorsunuz?’
mesajını üstü örtülü olarak vermiş oldu.
Bilseniz “Lozan tarihimizdeki en büyük zaferdir” hamasetine itiraz
edenlerin resmen hapse atıldığı bir Türkiye’den bugün devletin başının
“Zafer değil hezimettir” diyebildiği bir Türkiye’ye gelmek için nice
acılar çekildi. Ne sıkıntılara göğüs gerildi. Gözyaşlarıyla yıkandı
hapishane hücreleri.
Ama bir şekilde gelindi. Şimdi başta inkılap tarihçilerimiz olmak
üzere (yeri gelmişken söyleyelim: böyle bir tarihçilik türünün bugünkü
dünyada karşılığı yok) tarihçilerimizin artık Lozan konusunda kem küm
etmeden konuşmaları ve millete hakikati kıvırmadan söylemeleri
gerekiyor. (Nasıl Dersim katliamında 80 yıl kem küm ettiler ve o zaman
Başbakan olan Erdoğan çıkıp haykırınca dilleri çözüldüyse bu sefer de
öyle olacaktır, göreceksiniz.)
Kısacası nasıl Sultan Abdülhamid döneminin artıları ve eksileri
yazılabiliyor ve konuşulabiliyorsa İstiklal Savaşı ve İnkılaplar da
olumlu ve olumsuz taraflarıyla, getirdikleri ve götürdükleriyle özgürce
ele alınabilmelidir. Bunun yolu kapanmayacak şekilde açılmıştır.
İşte 15 Temmuz’dan sonra “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyorduk.
Halk tarih için değil, tarih halk için olacak diyorduk. Lozan
tartışmaları için de bir milattır Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son çıkışı.
Zafer mi hezimet mi?
Soruları yoruyorlar: Lozan zafer mi, hezimet mi?
Cevaplarım mecburen ağlamaklı geliyor:
Lozan’da ‘verdi, kabul etti, feragat etti, vazgeçti’ sözleri hep
Türkiye için kullanılır. Toprak veren biz, toprak dediysem içinde Mısır
ve Sudan gibi ülkeler var ülkeler. Feragat eden biz, vazgeçen biz
(mesela Kıbrıs), kabul eden (ettirilen) taraf biz… Peki sürekli veren
taraf biz isek Lozan’da ne tür bir zaferden bahsedebiliriz ki?
Lozan Konferansı’nın resmi adı Yakın Doğu İşleri Konferansı idi. Yani
Osmanlı’nın tasfiyesini hukuki belgeye bağlama anlaşması. Bunu Sevr’de
denemişler ama başarılı olamamışlardı. Sultan Vahidüddin Sevr’i tasdik
edeceğine tahttan çekilmeyi tercih edeceğini, ölse de Sevr’i
imzalamayacağını söylemişti. Bu bir kahramanlıktır ama bizde
kahramanlara hain denilmesi istisna değil kuraldır.
Velhasıl Lozan’daki konferans Osmanlı topraklarının bölüşülmesi için
toplandı ve Osmanlı topraklarının beşte dördünün tapusu orada el
değiştirdi. Mesela madde 17 Mısır ve Sudan’ı verir İngilizlere, madde 20
Kıbrıs’ı. Bunu söyleyince gençlerin gözü açılıyor, “Vay canına, Lozan’a
kadar Mısır ve Sudan bizim miymiş?” diyorlar. Evet evladım bizimdi ve
daha neler ve nereler bizimdi bilseniz!
Sultan Vahidüddin neden hain ilan edildi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Sevr’i gösterip Lozan’a ikna ettiler” sözü
de aynen tarihî bir hakikati ifade etmektedir. Sultan Vahidüddin bugün
neden “hain” diye bilinir bilir misiniz? Sevr’i onaylamadığı için.
İngilizler ondan intikamlarını resmi tarihimize böyle geçirerek aldılar.
Halbuki hakikaten vatan haini olsa yurt dışına çıktığında onu Londra’da
baş tacı etmeleri gerekmez miydi? Ne gezer. Sefalet içinde, bakkala
kasaba borçlu öldü onurlu Sultan.
Soralım: Vahiddüni Han neyi sattı da vatan haini oldu? Bir karış
Osmanlı toprağının tapusunu birine mi verdi? Peki Osmanlı topraklarını
Lozan’da ve sonrasında avuç avuç dağıtanlar neden kahramandır bu ülkede?
Ezcümle İngiliz-Fransız yapımı Osmanlı’yı keyfi bölüşüm projesine ve en
çok da Hilafetin kaldırılmasına itiraz ettiği için hain ilan edilmiştir
bu mazlum Sultan.
Meselenin bam teli de burası zaten: Sultan Vahidüddin’e
onaylatamadıkları Sevr Antlaşması’nın yerine onun biraz hafifletilmişi
olan Lozan’ı bu defa Ankara hükümetine kabul ettirdiler. İstanbul’daki
resmen tanınmış devletin tasfiyesini Ankara hükümetine yaptırdılar. Peki
bu adil ve hukuken geçerli bir muamele midir? Sizin anlayacağınız, bir
bakkalı çırağına tasfiye ettirmek gibi bir şeydi bu.
Osmanlı Devleti’ni kendi ellerimizle yıktık
Lozan’a giderken biz 600 yıllık bir çınarı söktük de gittik,
bilmeyenler öğrensin. 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldıran, lağveden kanun
aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin “münkariz” olduğunu, yıkıldığını,
tarihe karıştığını bildiriyordu. Aksi halde Lozan’a gitmesi gereken iki
siyasi heyetten biri İstanbul hükümetiydi ve toprakların resmen sahibi
olan taraf da Osmanlı Devleti’ydi.
Burada ince bir oyun oynandı, İngilizler de tabii keyifle
seyrettiler. Tıpkı hilafetin kaldırıldığını seyrettikleri ve hilafet
kaldırılmadan Lozan’ı onaylamadıkları gibi. Osmanlı’nın tasfiyesini
kendileri yapsa hem Türkiye’den hem de Hindistan gibi sömürgelerinden
büyük tepki alacak ve millet ayağa kalkacaktı. Onun için bu tehlikeli
işi TBMM’ye yaptırdılar. İngilizlerin en büyük özellikleri, ateşteki
kestaneyi maşa kullanmadan almayacak kadar akıllı olmalarıdır.
Özetle Osmanlı Devleti’ni biz bir kanun çıkararak yıktık (karar no: 307).
Peki bunun somut sonucu ne oldu? Şu: Biz Lozan’a giderken
devletsizdik ve 6 asırlık büyük devletimiz, İngiliz işgali altındaki
İstanbul’da tarihe veda ettirildi (Toynbee’nin dediği gibi ‘etmedi’,
‘durduruldu’). Yani bir devletin hükümeti olarak değil, sadece ‘hükümet’
olarak gittik Lozan’a.
Devleti olmayan bir hükümet! Garabeti düşünebiliyor musunuz? Öte
yandan karşımızdakilerin hepsi tanınmış devletlerdi, bir tek biz
hükümettik ve henüz tanınmamıştık ve rakiplerimizden devlet olma icazeti
alabilmek için oturuyorduk masaya!
Soruyorum: Bu durumda herhangi bir pazarlık şansımız olabilir miydi?
Bu pozisyonda Lozan’da bir zafer kazanılabilir miydi? Kazanılamazdı ve
kazanılamadı da. Ankara TBMM hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti kurma iznini
veya icazetini alabilmek için önüne sürülen bütün tavizleri vermek
zorundaydı ve verdi de. Lozan onaylanmazsa tanınmamış bir ‘hükümet’
olarak kalacak ve ‘yeni hükümet’ gelip de müzakereleri lyürütene kadar
öyle kalacaktı.
Peki Lozan kabul edilmez ve onaylanmazsa İngilizler veya Fransızlar
ne kaybederdi? Hemen hiçbir şey. Biz ne kaybederdik? Devletsiz bir
hükümet olarak ortada kalırdık! Oyun bu kadar açık.
İsmet Paşa hezimeti itiraf ediyor
İşin ilginci, Lozan’da neleri verdiğini bizzat İsmet Paşa’nın kendi
ağızdan açıklanmış olmasıdır. Daha da tuhafı, eğer bir zafer varsa,
mantıken bir kaybedeni de olmalıdır, öyle değil mi? Peki Lozan’da kim
kaybetmiştir?
İngiltere mi? Lord Curzon’un Londra’da İngiltere’nin kaybettiği
itibarı geri getiren adam olarak karşılandığını biliyoruz. Yunanistan
mı? Venizelos’un tek kuruş tazminat ödemeden, üstelik Batı Trakya’yı
nasıl ustalıkla sınırları içinde tutabildiğini, savaşı kaybeden
Yunanistan’ı en az zararla kurtardığını biliyoruz. Fransa mı? Belki
Fransa kapitülasyonlar açısından kayıpları oynamış denilebilir ama o da
geçici güney sınırlarını kalıcı hale getirip Sancak (İskenderun-Antakya)
bölgesini elde tutabilmişti… İtalya da 12 Ada’ya oturmuştu, bir de
Antalya açıklarındaki Meis adasına.
Soru ortada: Lozan’da kim kaybetmiştir? Fedakârlığı kim yapmıştır? Geri adımı kim atmıştır?
İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan kaybetmediğine göre bir
kaybeden olmalıdır ve acıdır ama bu, Türk tarafıdır. Bunu ben
söylemiyorum. Lozan tutanaklarına göre İsmet Paşa şöyle söylüyor. Aynen
şöyle:
“Başka milletleri memnun etmek için savunma araçlarından vazgeçen
Türkiye’yi tarihin nasıl yargılayacağını bilmiyorum. Askerden tecrit adı
altında kabul ettiğimiz fedakârlıkların, hakiki dokunulmazlığımızı ağır
surette baltaladığını görüyorum. Ümit ederim ki bu beyanat, Türk
heyetinin yeni bir fedakârlığı olarak kabul edilecektir. İtilaf
devletleri ne istiyor? (…) İşte biz onları tamamen kabul ediyoruz.” (8 Aralık 1922)
Aynı konuşma içerisinde “feragat, fedakârlık ve kabul” kelimeleri
herhalde tesadüfen bir araya gelmemiştir. İsmet Paşa’nın ağzından
Lozan’ın bizim için “ilkeleri” bunlardır. Feragat da, fedakârlık da,
kabul de bizden gelmiştir. Bu net.
Paşamızın bu beyanatı 8 Aralık 1922’de idi. Peki iki ay sonra
vaziyette bir değişme olmuş mu? Okuyalım mı biraz daha İsmet Paşa’nın
sözlerini:
Tarih 4 Şubat 1923. İngiltere başdelegesi ve Dışişleri Bakanı Lord
Curzon alacağını almış ve Lozan’dan trenle ayrılmış, Londra istasyonunda
Bakanlar Kurulu’nca karşılanmıştır.
“Ne istedilerse yaptık”
Bunun üzerine Lozan’da ortada kalan İsmet Paşa ağlamaklı gözlerle
gazetecileri toplar etrafına ve dert yanar. “İnsana bir haber verilmez
mi?” der. Zavallılığı apaçık ortadadır. Barışı imzalatamamıştır.
Sözlerine aynen şöyle devam eder:
“Ben bütün konferans esnasında bu ağır mesuliyetin yükü altında çalıştım. (…) Eğer
dünyada tek kimse çıkıp da bana ‘Daha yapılacak fedakârlıklar vardı…’,
‘Şu kararı almalıydınız!’ diyebilirse onlara yapmaya razı olurum. Ben
fedakârlığı son haddine vardırdım.
Toprak meselelerinin hepsi halledildi. Bu meselelerde kendi zararımıza ve müttefiklerin lehine kararlar aldık.
Ekalliyetler (azınlıklar) meselesini müttefiklerin dilediği gibi hallettik.
Boğazların serbestliğini kabul ettik.
Adli kapitülasyonlar meselesinde anlaştık. (…) Nihayet bu meselede
de her aklı başında insanın kâfi addedeceği bir hal tarzını kabul
ettik.
İktisadi meselelerde âdil, meşru olan her şeyi kabul ettik. Biz
namuslu borçlularız. Düyun-u Umumiye İdaresi’nin faaliyetinin devamına
razı olduk. İktisadi ve mali meselelerden çoğunu müttefiklerin lehine
hallettik. Bu meselelerden birkaçı kalıyor. Bunları kabul etmedim.”
(Kaynak: Ali Naci Karacan, Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, 1943, s. 211-212)
İşte bu “birkaç mesele” dışında İtilaf devletlerinin bütün
dayatmalarını kabul ettiklerini ifade ettikten sonra İsmet Paşa dönüp
yabancı gazetecilerin de içinde bulunduğu topluluğa o taç cümlesini sarf
ediyor:
“Bütün fedakârlıkları yaptım, her şeyi kabul ettim, fakat memleketin iktisadi esaretini reddettim.”
Lozan’da verilen tavizlerin kendi bileğinin hakkıyla kazanılan
topraklar değil, ecdadın şehid kanlarıyla kazanılan topraklar olduğunu
hatırlatalım.
Osmanlı’nın tapu dağıtım töreni
O zaman Lozan Antlaşması,
1) TBMM tarafından sıkı sıkıya tembihlenen Misak-ı Milli’yi gerçekleştirme hedefine bile ulaşamamıştır.
2) 2. Lozan, Osmanlı İmparatorluğu’nun tapu dağıtım törenidir. Kadir
Mısıroğlu’nun deyişiyle “Osmanlı’nın hân-ı yağmasıdır” (yağma sofrası).
“Ver, kurtul” politikasının hazin bir sonucudur.
3. Topraklarımızı işgal eden, binlerce insanımızı katleden,
kadınlarımızı, kızlarımızı kirleten, bebeklerimizi öldüren,
şehirlerimizi yağmalayıp yakan Yunanlara tek kuruş tazminat ödetemeyerek
bir başka hezimete imza atan “birileri” acaba hangi zaferden
bahsedebiliyorlar?
İnönü itiraf ediyor
Lozan’da meselelerin bizim zararımıza, müttefiklerin lehine
halledildiğini açıklayan, yani zafer olmadığını söyleyen bizzat İsmet
İnönü’dür.
Lozan’ın hezimet olduğunu aslında 4 Şubat 1923 günü gazetecilere
bizzat başdelegemiz İsmet Paşa açıklamış ve bu demeç zamanın
gazetelerinde yayınlandığı gibi 1943 yılında devletin parasıyla
bastırılan ve iç kapağında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün melul mahzun
bir fotoğrafının basılı olduğu resmi yayında neşredilmiştir. Ali Naci
Karacan imzasıyla çıkmış olan Lozan ve İsmet Paşa adlı kitap Tek Parti
döneminin resmi yayın olduğu halde bu demeci sansürsüz verirken Boğaziçi
Üniversitesi’nden Sevtap Demirci gibi London School of Economics’de
doktora tez yapanlar tarafından bile kesilip makaslanarak, yani
sansürlenerek yayınlanabilmiştir. Neden mi? Çünkü İsmet Paşa bütün
fedakârlıkları yaptığını sınır, azınlıklar, adli kapitülasyonlar, hatta
Duyun-u Umumiye ve borçlar konusunu bile İtilaf devletleri lehine
çözümlediklerini, bütün fedakarlıkları yaptıklarını, sorunları “bizim
zararına ve rakiplerimizin lehine” (aynen bu kelimelerle)
çözümlediklerini açıkça beyan ediyor. Çözümlemek ver gitsin demek ise bu
nasıl bir zaferdir? Biri bize anlatsın.
Bütün bunlardan çıkardığım sonuç şudur:
Lozan hezimettir de kaç sıfır? Gelin bunu tartışalım…
1950’de “Lozan zafer değil masa başı kaybı” diyen kimdi?
“Lozan’ı Sevr ile değil, 1922 de elde edilen muazzam zaferle
kıyaslamak icap eder. Bize göre (…) 1923 yılının dünya şartları içinde
Lozan andlaşması, siyaset ve diplomasi sahasında, bizim lehimize bir
başarı değil, ciddî bir kaybımızdır. Lozan bir zafer değil, Türk
milletinin cephede kazandıklarıyle asla mütünasip olmıyan bir masa başı
kaybı, bir diplomasi hataları vesikasıdır.”
(Tahsin Demiray, “Lozan Andlaşması bir siyaset ve diplomasi zaferi midir?”, Hafta, Sayı: 45, 4 Ağustos 1950, s. 6.)
Mustafa ARMAĞAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Gmail hesabı olmayan arkadaşlarımız hemen alt kısımda 'Yorumlama biçimi' listesinden 'Adı/URL'yi seçerek sadece isimlerini yazarakta yorum yapabilirler.
::..Görüşleriniz bizim için değerlidir..::
::..Lütfen Düşüncelerinizi Yorum Olarak Belirtiniz..::