“Teşhir” (sergileme) Batılı bir hastalıktır. Batılı sanatların çoğunun kaynağı da bu “teşhir” sevdasının ürünüdür.
Farklılıklarından dolayı insanları “ötekileştirme” hastalığı da keza Batılıların karakteristik özelliğidir. “Irkçılık” vesaire bu köklerden beslenir.
Birkaç gündür yazdıklarımla, yukarıda
yaptığım tespitlere yeteri kadar örnek verdiğimi düşünerek, artık detaya
girmeyeceğim, yalnız şu kadarını söyleyeyim ki, Batı düşüncesi, olumsuz
farklılıkları sergilemekten, İslâm düşüncesi ise kapatmaktan yanadır.
Aynı zamanda “setr-tesettür” (örtme-örtünme) İlâhî bir emirdir.
“Teşhir” mantığı Batılı tüccarları hayvanlardan sonra insanları teşhir etmeye kadar götürdü.
Şaka etmiyorum: 1800’lerin sonlarında Avrupa’da, dünyanın dört bir yanından getirilen yerlilerin “İnsanat Bahçesi” adı verilen yerlerde sergilenmesi çok popülerdi.
“Beyaz adam”lar kitleler halinde buralara akın ediyor, yaradılış itibariyle kendilerine benzemeyen “öteki insan”ları kahkahalar eşliğinde seyredip eğleniyorlardı.
Avrupalılar, canlı varlıkları
sergileyerek para kazanma işine sirkle başladılar. Bunu ilk akıl eden
(akıldan ziyade cinlik) emekli süvari binbaşısı Philiph Astley oldu. İlk sirkini 1769’da Londra’da açtı…
1780 yılında Juan Porte
isimli İspanyol tarafından Kıta Avrupası’nın ilk sirki Viyana’da açıldı.
Oradan Paris’e geçti. Nihayet 1792 yılında, ABD’nin Philadelphia
kentine, bir süre sonra da Rusya’ya gitti…
Hayvanları hoplatıp zıplatarak para kazanmaya başladılar…
Hayvanların acısı kimsenin umurunda değildi, sırtlarından kazandıkları paraya bakıyorlardı.
Sonra “Hayvanat Bahçesi”ni icat ettiler: Şu işe bakın ki, dünyanın ilk Hayvanat Bahçesi, dünyanın ilk sirkinin açıldığı Londra’da kuruldu (27 Nisan 1828).
Böylece, sirklerde “maskaralık” yaptırma dışında, hayvanları sadece izleterek para kazanmanın yeni bir yolunu daha buldular. Ne var ki, bu iş burada da kalmadı…
Canlı varlıkları “teşhir” ederek para kazanma yöntemi, akıllarına başka bir şeytani fikir getirmekte geçikmemişti: “Acaba insanları teşhir ederek daha fazla para kazanamazlar mıydı?”
Bunun da bir yolunu buldular. Ama bu iş için hem güçlü, hem de çok acımasız olmak lâzımdı…
“Beyaz Adam”ın gücü vardı. Acımasızlık ise Avrupalının karakteristik özelliğiydi!
Hemen kolları sıvayıp vahşi katillerini
dünyanın belli bölgelerine (başta Avustralya ve Afrika olmak üzere)
saldırttılar. Korkunç bir “insan avı” daha başladı.
“Normal” görünümlü Avrupalılardan “farklı” görünen
insanları(kamburları, kısa boyluları, siyahları, keskin dişlileri,
topalları, çok zayıf ya da çok şişmanları, cüceleri, aşırı kıllıları,
Kızılderilileri) yakalamaya, gemi ambarlarına kilitleyerek Avrupa’ya
taşımaya başladılar.
Avrupa’da tel örgülerin arasına
kapattılar. Bir süre sonra yanlarına maymunlar, orangutanlar ve başka
bazı hayvanlar koydular. Güya bunlar “insan ile hayvan arasında yaratık”lardı: Bir bakıma Darwin’e destek çıkıyorlardı.
Sirkten ve hayvanat bahçelerinden bıkkınlık getiren Avrupa insanına artık yeni bir eğlence çıkmıştı: “İnsanat Bahçesi”ni ziyaret…
O kadar ki, 1800’lerin sonlarında, Avrupa’da, dünyanın dört bir yanından getirilen “farklı insan”ların sergilendiği “İnsanat Bahçesi” en popüler eğlencelerden biri oldu.
Böylece “Hayvanat Bahçeleri” ile başlayan “teşhir sevdası” “İnsanat Bahçeleri”ne geldi dayandı. Ne bahçe sahipleri ne de seyirciler bundan en küçük bir rahatsızlık duymuyorlardı. Ne de olsa sergilenenler “öteki” idi, kendilerine benzemiyordu…
Bu bakış açısı bugün aynen devam ediyor,
bu yüzden Müslümanların başına bela üstüne bela açmaktan hiçbir
rahatsızlık duymuyorlar.
Bitmedi, bir sonraki yazıya kaldı…
YAVUZBAHADIROĞLU
YAVUZBAHADIROĞLU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Gmail hesabı olmayan arkadaşlarımız hemen alt kısımda 'Yorumlama biçimi' listesinden 'Adı/URL'yi seçerek sadece isimlerini yazarakta yorum yapabilirler.
::..Görüşleriniz bizim için değerlidir..::
::..Lütfen Düşüncelerinizi Yorum Olarak Belirtiniz..::