Definition List

16 Oca 2011

Kardeş Katli Meselesi Ve Osmanlı Kanunnâmeleriyle Alâkalı Bazı İtirazlara Cevaplar -2-

Kardeş Katli Meselesi Ve Osmanlı Kanunnâmeleriyle Alâkalı Bazı İtirazlara Cevaplar-2-

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

B) Siyâseten Katl Sonucu Kardeşlerin Katli Meselesi

 Bu konunun girişinde açıkladığımız gibi, bağy suçunun unsurları tahakkuk etmediği takdirde, saltanat aleyhinde olanları, bâği olarak kabul edip idam ettirmek mümkün değildir. Yani had cezası olarak idam cezası tatbik edilmez. Ancak unsurları tam teşekkül etmese de, kamu düzenini (maslahat-ı âmme ve nizam-ı âlem) bozan bazı hareket ve fiiller, ulûl-emr tarafından tazir yoluyla ve idam cezasıyla cezalandırılamaz mı? Hanefi ve Hanbelî hukukçularının çoğunluğu, maslahat-ı âmme ve nizâm-ı âlem gerektirdiği takdirde, tazir yoluyla idam
cezasının verilebileceğini kabul etmişlerdir ki, buna siyâseten katl denmektedir. Meselâ, livata suçu, Hanefi hukukçulara göre, had cezasını gerektiren bir zina suçu değildir. Ancak bu, hiç suç değildir anlamına alınmamalıdır. Bu suçun cezası, ulûl-emr tarafından tesbit edilir. Böylesine bir çirkef işi âdet haline getiren insanın, genel ahlâk, âdâb ve kamu düzeni icabı ta'zir yoluyla idam edilebileceğini İslâm hukukçuları kabul etmişlerdir. Aynı şekilde fiilen isyan etmese bile isyana hazırlandığı her halinden belli olan bir insanın, âmme maslahatı ve âlemin nizamı düşünülerek, tazir yoluyla idam edilebileceğini, Hanefi hukukçuların çoğunluğu kabul etmektedir[16]. İşte Fâtih Sultan Mehmed'in ”ekseri ulema tecvîz etmişlerdir” diyerek ifade ettiği durum budur. Ancak bunun için de, fesadın tahakkuku hususunda kesin delillerin bulunması icabeder. Eğer bir fâsık, fıkıh kitaplarında aranan fesadın kuvvetle muhtemel olması yani nizam-ı âlem şartına uymadan, sırf keyfî ve menfaati için böyle bir yola baş vuruyorsa, bu, kanunun ve fıkıhçıların vaz'ettiği siyâseten katl prensibinin hatası değil, belki şer'i bir hükmün suiistimalidir ve işlenen bir günahdır. Osmanlı Hukukunda nizâm-ı âlem, fesada sa'y edenleri men' ve maslahat-i âmme tabirleriyle ifade edilen durum, bugün devletin birlik ve beraberliği olarak ifade olunmakta ve bunun aleyhinde harekette bulunanlar, idam cezası ile mahkûm edilmektedir (TCK., md. 125 vd.). Şimdi bu hüküm, Türk Ceza kanununda bulununca adalet oluyor da, Osmanlı Kanunnamelerinde bulununca, Padişahın keyfî adam öldürmesi mi oluyor? Böyle bir iddia çifte standartlılık olur. Ancak bugün aynı madde suiistimal edilerek bazen masumların canları yakıldığı gibi, Osmanlı tarihi boyunca da, fıkıh kitaplarında aranan şartlar gerçekleşmeden infaz edilen idam kararları maalesef olmuştur. Bu suiistimal, elbetteki kötüdür ve yapanlar da manen mes'uldürler. Fâtih'in Kanunnamesindeki hüküm ise, fıkıh kitaplarındaki ifadelere uygundur.

 Üzülerek ifade edeyim ki, konuyla alakalı fıkhî malumatı, Dede Efendi'nin Siyasetname'sinden naklettiğimizden, bazı safdillerin, bu görüşün Dede Efendi'ye ait olduğu ve onun da böyle bir fetvaya yetkili olmadığı, olsa bile onun fetvasının ne değer ifade edeceği şeklindeki yorumlarına şahit olduk ve üzüldük. Halbuki Dede Efendi, o meselede sadece fukahanın görüşlerini nakletmektedir. Bu sebeple konuyu biraz daha derinlemesine tahkik etmek ve uygulama örneklerinden bazılarını takdim etmek istiyoruz.

 Önce Hanefi fıkıhçılarının son zamandaki en meşhurlarından olan İbn-i Abidin'in izahlarını özetleyerek zikredelim.

 “Ta'zir Yoluyla Katl” başlığı altında bakınız ne güzel bir özetleme yapıyor:

 “Ta'zir, katl ile de olabilir. İbn-i Teymiyye'nin Es-Sârim'ül-Meslûl adlı eserinde gördüm ki, diyor: Hanefi hukukçularına göre, livata, âlet-i câriha dışında adam öldürme ve benzeri suçlar tekerrür ettiğinde, imâm yani ulul-emr suçluyu katledebilir. Âmme maslahatı gerektirdiği takdirde, ta’zir yoluyla idam cezası verme esasını, Hz. Peygamber ve ashabının tatbikatına hamleden Hanefî hukukçular, bu uygulamaya siyâseten katl demektedirler... Soyguncular, yol kesenler, dükkân soyanlar, cemiyetin nizamını bozarak fesad çıkaranlar, zâlimler ve fesad çıkaranlara yardımcı olanlar, kısaca idam edilmesinde âmme maslahatı bulunanlar için de aynı hükümler geçerlidir”[17]. Delilsiz ve mesnedsiz bazı iddiaların aksine, bütün bu cezalar, ancak mahkeme kararı ve yargılamadan sonra mümkün olduğunu da, hem bütün fıkıh kitapları ve hem de Osmanlı kanunnameleri kaydetmektedirler[18].

 İbn-i Abidin'in şu fetvası da bu meseleyi gayet açık bir şekilde vuzuha kavuşturmaktadır:

 “Soruldu: Fesad çıkaran, jurnalcilik yapan, yeryüzünde fesad için koşuşturan, insanlar arasında şer ve fitne uyandıran, bâtıl yollarla insanların mallarını zabtetmeye gayret eden insanların canlarına kıyan ve hülasa eliyle ve diliyle müslümanları her zaman rahatsız edip de bu huyundan da idam dışında hiç bir ceza ile vazgeçmeyen bir adamın hükmü nedir?

 Cevap: Böyle olduğu kesin ise ve yalan söylemeleri mümkün olmayacak kadar çok müslüman da bunu tasdik ediyorsa, katledilir ve şerrini Allah'ın kullarından def' ettiği için vesile olana sevap ve mükâfât verilir”[19].

 İşte bu ve benzeri fıkıh kitaplarındaki şer'î hükümleri nakleden ve kaynaklarını da teker teker gösteren Dede Efendi'nin Siyâsetnâme tercümesinden bazı parçalar şöyledir:

 “Nizâm-ı memleketin bozulmasına sebep olan, fitne ve fesada teşvik edenler, bu şenî’, fiilleri bizzat işlemedikleri vakitlerde dahi, katledilebileceklerine fetva verilmiştir.

 Ayrıca ulul-emre tanınan bu siyâset hakkının tatbiki için bil-fiil fesadın tahakkuku ve sebeb-i âdî olan şahsın fil-hakika şerîr ve müttehem olması da şart değildir. Zira vukuundan evvel def'-i fesâd, vukuundan sonra ref'inden daha kolay olduğu müsellemdir. Bir bid'atçının bid'atının yayılacağından korkan dindar Padişahın kulları ondan korumak ve nizam-ı âlem için, o mübtedi'i katl ve idam etmesi câizdir”[20].

 “Nizâm-ı âlem için şer ve fesadını def'etmek üzere, ehl-i fesadı darb, te'dîb, nefy, tağrîb, hapis ve hatta katl ve idam tarzında ta'zir yoluyla cezalandırmak meşru ise de, tek kişinin veya yalancıların jurnali ile bu yola girmek câiz değildir. Fesâda gayret ettiği ve sebep olduğu şer'an sâbit olmalıdır. Osmanlı Şeyhülislâmlarının fetvalarından anlaşılan da budur”[21].

 Dede Efendi’nin çok zayıf fetvâları da esas alarak, kardeş katlinin sınırlarını genişlettiğinni biz de farkındayız. Zaten bazı kardeş katli olaylarının şartları gerçekleşmeden yapıldığı biz de kabul ediyoruz. Ancak meselenin hukukî yönünü ortaya koymak için bunları da nakletmek durumundayız.

 Şimdi de aynı mes’eleyi fıkıh kitaplarındaki şartlara göre tanzim eden, Osmanlı şeyhülislâmlarına ait bazı fetvaları orijinalleri ile zikredelim:

 1. “Minh'ül-ısmetü vet-tevfik
 
 Bu mes'ele beyânında Eimme-i Hanefiyeden cevâb ne vechiledir ki;

 Zeyd'in âdet-i müstemirresi sâ'î bil-fesâd olduğu şer'an sâbit olub ve ibâdullaha mazarratı icabeder mevâdd-ı münkerâtın dahi kendüden sudûrı tevâtüren isbât olundukda,Zeyd-i müfsid-i merkûmun vech-i arzdan izâlesiyçün katli meşrû' mudur? Beyân buyurula.

 El-Cevâb: Meşrû'dur; emr-i veliyyül-emr munzam ise.

 Harrereh'ul-Fakîr Hacı Muhammed El-Müfti Bi Harpud-Ufiye Anhu.

 Kaynak teşkil eden ibarelerin tercümesi:

 “Kim bunu âdet haline getirirse, idam edilir. Zira o yeryüzünde fesad için sa'y etmektedir. Katl ile şerri def' edilir. Dürer ve Gurer”

 “Gayr-i meşru işlerin katl ve idam cezası ile def'ine, imam (sultan) ve hulefâsı daha evlâdır. Zira onlar siyâseti daha iyi bilirler. Vecîhüddin'in Meşârık'ul-Envâr şerhinden”[22].

 2. “Bu mes'ele beyânında Eimme-i Hanefiyeden cevâb ne vechiledir ki;

 Zeyd-i vâlinin mühîn-i devlet ve bî gayr-i hak nice kimesnelerin mallarını ahz edüb zulüm âdet-i müstemirresi olub sâ'i bil-fesad olsa, Zeyd'e ne lâzım olur? Beyân buyurula.

 El-Cevab: Vallahu A'lem. Emr-i veliyyül-emr ile katl olunur.

 Ketebehu'l-Fakir Abdurrahim-Ufiye Anh-”[23].
 
 3. “Bu mes'ele beyânında Eimme-i Hanefiyeden cevâb ne vechiledir ki;

 Huddâm-ı Saray-ı Hümâyûndan Zeyd, âlet-i câriha ile Amr'i amden derûn-ı Saray-ı Hümâyûnda bi gayr-ı hak cerh ve katl eylese, Sultân-ı enâm-nasarahullâh'ül-Melik'ül-Allâm-Hazretleri Amr'in âhar diyârdan veresesi gelüb hâzır olunca tevakkuf olunduğu takdirce, câiz ki, Zeyd halas olmağla min ba'd sâir huddâm-ı Saray-ı Hümâyun bu makûle fesada ictirâdan tehâşî etmemeleriyle nizâm-ı dâire-i Devlet-i Aliyye'ye halel tatarruk edüb bu takdirce sâir tabiatlarında fesâd merkûz olan yaramazlar ızhâr-ı fesâda tecâsür üzere olmalarıyla emn mürtefi' olub nizâm-ı âlem muhtel ve ibâdullah mutazarrır olur deyu Amr'ın veresesi zuhûruna tevakkuf buyurmayub sıyâneten lil-ibâd kâtil-i mezbûrı katl etmeği re'y buyurub vech-i meşrûh üzere siyâseten katl etmeleri meşrû' mudur? Beyân buyurula.

 El-Cevâb: Vallahu A'lem Meşrû'dur.

 Ketebehu Abdullah el-Fakir-Ufiye Anh-”[24].

 4. Şartları yerine gelmeyen bir olayın reddi için de şu fetvayı zikredebiliriz:

 “Bu mes'ele beyânında Eimme-i Hanefiyeden cevâb ne vechiledir ki;

 Bilâd-ı İslâmiyeden bir belde ahalisinden birkaç bile kimesnelerin nefy ve iclâlarıyçün taraf-ı saltanat-ı aliyyeden fermân-ı âli sâdır ve mübâşir ta'yin olunub mübâşir vardıkda ba'zı müfsid kimesneler bile ahalisinden kırk elli nefer kimesnelerin katline ferman gelmiş deyu halka işâ'at ve ismâ' etmeleriyle ahali bile havfe düşüb vâli-i vilâyet üzerine tecemmu' ve nefiylerine ferman olunan kimesneleri mübâşir elinden alub ferman-ı âlîye adem-i itaat gösterdiklerinden içlerinden bazıları nush ve pend etmekle yine menfîleri mübâşire teslim edüb ferman-ı âlî icra olunsa, mezbûrlar bu mertebe ile sâ'i bil-fesâd olub şer'an katilleri lâzım olur mu? Beyân buyurula.

 El-Cevab: Vallahu A'lem olmaz. Mezburlar bi gayr vech tecemmu' ve taraf-ı saltanattan memur olan mübâşir elinden adam alub vâlilerine ve ferman-ı âlîye itaat etmedükleri içün eşedd-i ta'zir ile ta'zir ve salâhları zâhir olunca habs ve içlerinde muzırr'un-nâs olanlar re'y-i veliyyül-emr ile tağrib ve nefy ve iclâ olunmağla iktifâ olunur. Sâ'î bil-fesadın zu'afaya zulm etmek adet-i müstemirresi olub ve mevâdd-ı zulmu ve sa'y bil-fesadı şer'an sâbit olmağa muhtâcdır.

 Ketebeh'ul-Fakir Abdullah-Ufiye Anh-”[25].

 5. “Bu mes'ele beyânında Eimme-i Hanefiyeden cevâb ne vechiledir ki;

 Bilâd-ı İslâmiyyeden serhad olan bir belde sükkânından (?) olub hilâf-ı emr-i Padişah ve muhill-i nizâm-ı âlem hareket ettiğinden gayrı ikâz-ı fitne ve fesâd-ı azîme müeddî emre sülûk edüb sâ'î bil-fesâd olan Zeyd-i şakînin şerrini ibâdullah üzerinden def' içün emr-i velliyy'ül-emr ile katl olunmak meşrû mudur? Beyân buyurula.

 El-Cevâb: Vallahu A'lem meşrû'dur.

 Ketebehu'l-Fakîr Es-Seyyid Asım El-Müftî Bi Babadağı-Ufiye Anh-”[26].


 Bunlara benzer arşivlerimizde yüzler fetva vardır. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, siyâseten katlin de belli şartları ve şer'î hükümleri mevcuttur. Bütün yazılanlara ve nakledilenlere rağmen, Osmanlı tatbikatının hep şer'î hükümlere uygun cereyan ettiğini söylemek safdillik olur. Ne acıdır ki, bir çok idam hadiselerinde bu esaslara ri'âyet edilmemiş ve jurnalcilerin tahriki ile nice zulümlere sebep olunmuştur. Ancak ister Padişahların kardeşlerini, isterse de sadrazamlarını katletmede, keyfe mâyeşâ hareket edemediklerini; Osmanlı Devleti’nde mahkemeden ilâm ve Şeyhülislâmdan fetvâ alınmadan idam cezasının uygulanmadığını, arşivlerden öğreniyoruz.

Bunu ifade etmek üzere Bediüzzaman’ın şu tesbitlerini anlamamak mümkün değildir:

“Hâkimiyetin en esaslı hâssası istiklâldir, infirâddır. Hatta hâkimiyetin zayıf bir gölgesi, âciz insanlarda dahi istiklâliyetini muhâfaza etmek için, gayrın müdâhelesini şiddetle reddeder ve kendi vazifesine başkasının karışmasına müsaade etmez. Çok Padişahlar, bu redd-I müdâhele haysiyetiyle ma’sum evlâtlarını ve sevdiği kardeşlerini merhametsizce kesmişler. Demek, hakiki hâkimiyetin en esaslı hâssası ve infikâk kabul etmez bir lâzımı ve dâimî bir muktezâsı, istiklâldir, infirâddır, gayrın müdâhelesini reddir.”[27].

C) Devlet Siyaseti Açısından Mes’elenin Hulasası

Konuyu tarih ilmi ve devlet siyâseti açısından değerlendiren bir araştırmacının görüşlerini özetleyerek verip bitirelim: Osmanlı Devleti'ni tehdid eden en büyük tehlike, yabancılara sığınan şehzâde veya diğer hânedan mensuplarının, tahtın mirasçısı olduklarını iddia etmeleri ve başta Bizans ve İran olmak üzere, düşman ülkelerin de bu fırsattan yararlanmak arzusudur. Osmanlı sultanları ve bilhassa Hz. Peygamber'in senâsına mazhar olan Fâtih, ülkenin parçalanıp, bunun kimlere yarayacağının ve i'lây-ı kelimetullâh hizmetinin nasıl sekteye uğrayacağının çok iyi farkında idiler. İşte onlar, böyle bir duruma fırsat vermemek için, şeyhülislâmdan aldıkları fetvalarla, kardeşlerini bile feda etmişlerdir. Bazan şer'î esasın tatbikinde, araya giren jurnalcilerin te'siriyle hata etmiş olabilirler. Ancak kendilerini, İslâm dinini dünyanın her tarafına yaymayı gaye edinen, ilây-ı kelimetullâhın en büyük temsilcisi kabul etmişlerdir. Fâtih'in Anadolu birliğini sağlamak gayesiyle Uzun Hasan üzerine giderken, “vâlidem” diye hitâb ettiği bu Akkoyunlu hükümdarının anası Sâra Hatun'a verdiği cevap çok manidardır. Trabzon üzerine giderken yollarda her türlü zahmete göğüs geren ve bazan atından inip yaya yürümek zorunda kalan Fâtih'e Sâra Hatun'un “Oğul, ufacık Trabzon için tatlı canına bu kadar eziyet değer mi?” şeklindeki sözünü, İstanbul Fâtih'i: “Valide, Seyf-i İslâm bizim elimizde, cihâd sevâbına nâil olub, Allah'ın rızâsını tahsilden başka gayemiz yoktur.” şeklinde cevablandırmıştır. “Bu hânedânın maksad-ı a'lâsı, ilây-ı kelimetullâh'dır” ifâdesi de Fâtih'e aittir. Netice olarak, kardeş katli meselesini, keyfî iradeyi hâkim kılmak şeklinde değil, nizâm-ı âlemi devam ettirmek için şer'î hükümlerin tatbiki tarzında değerlendirmek icabeder[28]. Vatana ihânet suçunun her hukuk nizamında idamla cezalandırıldığını da unutmamak gerekir.

Netice olarak, “siyâseten katl”i, mahkeme kararı olmadan ve yargılama yapılmadan sırf saltanat ve dünyevi menfaat uğruna Padişahın adam öldürmesi olarak anlayanlar, bu manayı nerden çıkardıklarını isbat etmek zorundadırlar. Zira nizâm-ı âlem içün siyâseten katlin, uygulamada suiistimal yapılsa bile, vatanın ve devletin birliğini tehlikeye sokacak ve emniyet ve âsâyişi altüst edecek kimselerin fesada sa'y etmelerinden dolayı verilecek bir idam cezası olduğu; hem fıkıh kitaplarında ve hem de fetvalarda uygulanması için “şer'an sabit” olması yani İslâm muhâkeme usulü kâidelerine göre yargılanıp suçun sâbit görülmesi şartının tahakkuku aranmaktadır. Ayrıca “emr-i veliyy'ülemr ile katl”den kasıt, sadece mahkeme kararının yeterli görülmemesi ve bu tip cezaların infazında veliyy'ülemrin yani Sultanın tasdikinin de şart koşulmasıdır. Bu da önemli bir husustur. Kanunnâmelerde yer alan şu ifade, yargılama konusunda Avrupa'nın 20. asırda ulaştığı seviyeyi göstermektedir: “Mücrim olan kimesne teftiş olunmadan veyahud üzerine zâhir olan şenâyi' şer'le ve örfle yerine varmadan, sancakbeği ve subaşı ve adamları nesne alub salıvermek memnû'dur. Kendüler mahall-i töhmet ve adamları mücrim ve müstahakk-ı ikâb olur. Ve her mücrim-i müttehemin cerîmesi kâdî-i vilâyet katında veya müfettiş huzurunda sâbit ve zâhir olub ehl-i örfe teslim etmedin dutub siyâset eylemek hılâf-ı şer' ve örf te'addîdir”[29].

Fıkıh kitaplarında yapılan bu açık izahlara ve şer'î hükümlere rağmen, bir kısım muhterem insanların “1400 yıllık tarihimizde yazılan fıkıh kitaplarının hiç birinde böyle fetva verilmemiştir” diyebilmek, neyin verdiği cesarettir; doğrusu biz de tesbit edemedik. Eğer bundan, Padişahın keyfî adam asması kasdediliyorsa, böyle bir şeyden ne kanunnamelerde ve ne de fıkıh kitaplarında bahsedilmemiştir. Yapılan suîistimaller dahi, kitabına uydurularak yapılmıştır. Hem kasdedilen bu menfi mânâyı ve hem de suiistimalleri tasvip etmek mümkün değildir. Şunu unutmayalım ki, Osmanlı devleti ve onun kadıları ve şeyhülislamları, en az bizim kadar İslâm'a ve onun hukuk nizamının kaynakları olan fıkıh kitaplarına hürmet duyan insanlardır. Değerli araştırmacı Abdülkadir Özcan'ın yerinde tesbitleri gibi, şeyhülislam veya diğer kadıların fetvası, kadıların kararı ve Padişahın tasdikiyle icra edilen siyaseten katl cezalarının fetvasını veren,kararını yazan yahut en azından “nizâm-ı âlem içün öldürüldü” diyen Hoca Sa'deddin Efendiler, Bostan-Zâde Yahya Efendiler, bu sözlerini şeyhülislamlık veyahut kazaskerlik gibi fetva ve kaza makamının en yüksek makamlarında bulunmuş kimseler olarak söylemektedirler[30].

3. Tatbikât, Nazariyata Uygun Yürümüş müdür?

Bu soruya cevap verebilmek için bazı önemli tatbikat örneklerini incelemek icab etmektedir. Ancak tatbikatta suiistimallerin yapıldığını, gayr-i meşru çok idamların icra edildiğini ve gayr-i meşru fiillerin ehliyetsiz bir kısım fakih ve kadılar tarafından meşrûiyet kalıbına sokulduğunu, yine tarih bize göstermektedir. İsterseniz Bediüzzaman’ın tesbitlerini tekrar ettikten sonra bazılarına beraberce bir göz atalım:

“Hâkimiyetin en esaslı hâssası istiklâldir, infirâddır. Hatta hâkimiyetin zayıf bir gölgesi, âciz insanlarda dahi istiklâliyetini muhâfaza etmek için, gayrın müdâhelesini şiddetle reddeder ve kendi vazifesine başkasının karışmasına müsaade etmez. Çok Padişahlar, bu redd-I müdâhele haysiyetiyle ma’sum evlâtlarını ve sevdiği kardeşlerini merhametsizce kesmişler. Demek, hakiki hâkimiyetin en esaslı hâssası ve infikâk kabul etmez bir lâzımı ve dâimî bir muktezâsı, istiklâldir, infirâddır, gayrın müdâhelesini reddir.”[31].

Şehzade isyanları ve şehzâdeler arasındaki saltanat mücadelelerinin Osmanlı tarihinde önemli bir yer işgal ettiğini bilmeyen yoktur. Her şeyden önce şunu tebellür ettirmekte yarar vardır. Bir şehzâdenin, sultanlığını ilân etmiş bir diğer şehzâdeye karşı gelmesi ve saltanat iddia etmesi, tamamen bir bağy suçu mahiyetindedir. Ve cezası idamdır. Ancak saltanat iddiasına kalkışmadan evvel idam edilmişse, ya siyâseten katl yani fesadın kuvvetle muhtemel olmasından dolayı nizam-ı âlem içün yahut zulmen idam edilmiştir. Şimdi bu gözlükle hâdiselere bakalım:

a) Osman Bey devrinde, amcası Dündar Bey, aralarındaki saltanat kavgasının menfî tesirler göstermesinden, Dündar Bey'in Osman Bey aleyhinde faaliyetlerde bulunmasından ve nihâyet İbn-i Kemal'in ifadesiyle Bilecik tekfurunun yakalanmasına fiilen engel olduğundan dolayı, bâği addedilerek idam edilmiştir. Burada had suçu söz konusudur. Zira devlete isyan mevzubahistir [32].

b) Orhan Bey zamanında üç idam hâdisesi yaşanmıştır. Bunların her üçü de had cezası olarak yani bağy devlete isyan suçunun cezası olarak tatbik edilmişlerdir. Zira Orhan Bey'in kardeşleri Halil ve İbrahim'in Padişaha isyan ettikleri ve saltanat mücadelesine giriştikleri bir vâkı'adır. İsyan sonucunda katledilmişlerdir ve siyâseten katl ile hiç bir münasebeti yoktur. Orhan Bey, ayrıca kendi oğlu Savcı Beyi de, bizzat kendisine isyan ettiği ve ordu toplayarak babası ile savaşmaya bile cesaret ettiği için idam ettirmiştir. Hatta Bizans veliahdı Andronikos ile dahi babası aleyhine ittifak kurduğunu tarih kitapları kaydetmektedir. Bunun cezası, Orhan Bey istemese dahi, İslâm hukukunda idam cezasıdır[33].

c) Yıldırım Bâyezid devrinde ilk defa siyâseten katl veya şayet siyaseten katlin şartları gerçekleşmemişse ki bunu tam olarak bilmiyoruz- o takdirde bir nevi zulüm yaşanmıştır. Zira Yıldırım Bâyezid, çevresinin tahriki ile, henüz herhangi bir isyana yahut saltanat kavgasına girişmeyen kardeşi Ya'kub'u, ileride saltanat iddiasına kalkışmasın diye katl ettirmiştir. Osmanlı tarihçilerinin saltanat uğruna öldürülen ilk insan olarak tesbitleri doğrudur. Bazı araştırmacılar, hukukî cihetini bilmediklerinden bunu tenkid etmişlerdir. Zira daha önceki idamlar had cezasıdır ve bağy suçunun cezası olarak tatbik edilmiştir. Bu ise, ilerde fesâda sebep olur korkusuyla siyâseten katl yoluyla idam ettirilmiştir. Osmanlı tarihçilerinin tesbiti doğrudur[34].

d) Osmanlı devletinin en karışık devresi olan Fetret Devrinde, Mehmet Çelebi, kardeşleri İsa Çelebi ile Musa Çelebi'yi kendisine isyan ettikleri ve hatta saltanat için orduları karşı karşıya geldiği için bağy suçunun had cezası olan idam cezası ile cezalandırmıştır. Aynı şey, sonradan ortaya çıkan kardeşi Mustafa Çelebi için de geçerlidir. Bunların idamlarında siyâseten katl söz konusu değildir. Şer'i şerifin emri olan had cezası tatbik şıya geldiği için bağy suçunun had cezası olan idam cezası ile cezalandırmıştır. Aynı şey, sonradan ortaya çıkan kardeşi Musedilmiştir[35].

e) Fâtih'in babası II. Murad'ın amcası Mustafa Çelebi, uzun süren saltanat mücadelesine girişmiş ve hatta Osmanlı ülkesinin Bizans ile paylaşılmasını da göze alarak imparator Manuel ile gizli ittifak dahi kurmuştur. Uzun mücadelelerden sonra yakalanarak bâği muâmelesi görmüş ve idam edilmiştir. Bu bir had cezasıdır. II. Murad'ın küçük kardeşi Mustafa Çelebi de, Karamanoğulları ve Germiyanoğullarının tahrikiyle Bursa'ya yürümüş ve had cezası olarak idam edilmiştir. Yani bu dönemde de, siyâseten katl cezası mevcut değildir[36].

f) Fâtih Sultan Mehmed, kendi koyduğu kanunun nizâm-ı âlem için fesâda sa'y ihtimalinin bulunması sebebiyle siyâseten katl müessesesini ilk defa kendisi tatbik etmiş ve küçük kardeşi Ahmed'i katl ettirmişti. Bu, isyan tahakkuk etmediğinden, bir had cezası değildir. Belki nizâm-ı âlem için siyâseten katl müessesesine girmektedir. Burada aranan fesâdın şer'ile tahakkuku şartının, ne derece gerçekleştiğini bilmiyoruz. Ancak Hz. Peygamber'in senâsına mazhar olmuş bir Padişah'ın, şartları tahakkuk etmeyen bir cezayı tatbik edeceğine de ihtimal vermiyoruz[37]. Önemle ifade edelim ki, 11 aylık bir bebenin öldürülmesini Fâtih’in idam ettiridğine inanmak istemiyoruz. Zaten Evrenos-zâde Ali Bey isimli bir zatın Padişah’ın haberi olmadan böyle bir cinâyeti işlediğini bazı kaynaklar haber vermektedirler[38].

g) II. Bâyezid devrinde kardeş katli mevzu bahis değildir. Zira tek kardeşi olan Sultan Cem, garip diyarda kendi eceliyle vefat etmiştir[39].

h) Yavuz Sultan Selim, iki kardeşini, kendisine isyan ettikleri ve bâğî oldukları için, had cezası olan idam cezasıyla cezalandırmıştır. Gerçekten Sultan Korkut, topladığı ordu ile Padişah'a isyan etmiş ve sonunda yakalanarak cezası olan idama şer'an mahkum edilmiştir. Diğer kardeşi Ahmed ise, sadece saltanat mücadelesine kalkışmamış, ayrıca bu mevzuda Osmanlı'nın can düşmanı olan Safevî devleti ile de ittifak kurmuştur. Neticede yakalanarak, had cezası olan idam cezasına çarptırılmıştır[40].

i) Kanunî Sultan Süleyman, rakipsiz sultan olduğu için, kardeş katli mevzu bahis olmamıştır. Ancak Kanunî, kendi çocuklarının idamına karar veren bahtsız Padişahlardandır. Karısı Hürrem Sultan ve çevresinin tahriki ile, kendisini tahttan indirmeye azmettiği ve Padişah olmak isteği ile isyan ettiği şayiasına inanarak, bâğî vasfıyla Şehzade Mustafa'yı idama mahkûm eylemiştir. Bu idam kararı, görünürde bağy suçunun cezası olarak had cezasıdır. Ancak bu meselede hem fetvayı veren müftünün, hem kararı veren kadının ve hem de bunları tasdik edip icrası için emir veren Kanunî'nin, yanıldıkları veya yanıltıldıkları bir vâkı'adır[41]. Diğer bir hazin tablo da Şehzâde Bâyezid'in idamında yaşanmıştır. Kanunî'nin iki oğlu olan Selim ve Bâyezid, 1558 yılına kadar iyi geçindikleri halde, bu tarihden sonra saltanat hırsıyla araları bozulmuştur. Aradaki jurnalcilerin tahriki ile Şehzâde Bâyezid, ordu toplayarak kardeşi Selim'in üzerine yürüdü. Bu hareketi isyan kabul edildi. İran'a iltica eden Bâyezid, kardeşi Selim'e teslim edilince, Ebüssud'un fetvasıyla bağy suçunun had cezası olan idam cezasına mahkûm edildi. Bu hâdiseyle alakalı örnek fetvaları yukarıda zikretmiştik[42].

j) III. Murad, çevrenin de etkisiyle ve siyâseten katl esasına dayandırarak beş kardeşini idama mahkûm ettirmiştir. Bu idam hadiseleri, had cezası mahiyetinde değillerdir. Fıkıh kitaplarında tasvir edilen siyâseten katl kategorisine girdiği de şüphelidir. Girse de, mevhûm mazarratı nazara alan çok zayıf bir görüşe dayanmaktadır.

k) III. Mehmed, bu konuda en pervasız ve şer'î hükümlere aykırı davranandır denilebilir. Zira elimizde kuvvetle muhtemel bir zararın olduğuna dair kesin bilgi bulunmamakla beraber, siyâseten katl müessesesinin suiistimal edildiği de bir vâkı'adır. Zira 19 tane erkek kardeşini ve basit jurnaller yüzünden kendi oğlunu (Şehzâde Mahmud), günahsız bir şekilde idam ettirmiştir. Bunun şer'î bir izahını yapmak mümkün değildir. Zira herhangi bir isyan söz konusu olmadığı gibi, fitne ve fesâdın vukuu da tahakkuk safhasında değildir[43].

l) I. Ahmed devrinde saltanat usûlünde ciddî bir değişiklik mevzubahistir. Artık amûd-ı nesebî yani Osmanlı sülalesinden en büyük olanının padişah yapılması usulü kabul edilmiştir. Gerçekten I. Ahmed vefât edince, şehzâdeleri bulunmasına rağmen, ailenin en büyük ferdi olan amcaları Şehzâde Mustafa tahta geçirilmiştir. Bu kâide, kardeş katli hadisesini tamamen ortadan kaldıramamışsa da, gevşetmiş ve son derece azaltmıştır[44].

İşte görüldüğü gibi tatbikattaki durum farklıdır. Bir kısmı, tamamen şer'î hükümlere uygun olarak bağy suçunun had cezasını tatbik etmekten ibarettir ve bunlara siyâseten katl demek hatalıdır ve meseleyi bilmemekten ileri gelmektedir. Zira Padişah istemese de bu ceza mukadderdir. Devlete isyan edenin cezası elbetteki idamdır. Bir kısım uygulama ise, siyâseten katl müessesesine yani Fâtih'in Kanunnamesinde “ekseri ulemâ tecviz etmişdür” dediği usule uygundur ve fıkıh kitaplarında şartlarına uyulmak kaydıyla açıklanmıştır. Bir diğer grup ise, ne şer'î hükümlere ve ne de Fâtih'i Kanunnamesinde ifade ettiği, fıkıh kitaplarında da tecvîz edilen siyâseten katle uymaktadır. Elbetteki bu uygulamalar, gayr-ı meşru'dur. Fâtih'in Kanunnamesi de bunu emretmemektedir.
http://www.osmanli.org.tr/index.php
[16] OK, I/125.
[17] İbn-i Abidin, Redd’ül-Muhtar, Mısır 1966, c. IV, sh. 62-65.
[18] İbn-i Abidin, IV/65.
[19] İbn-i Abidin, El-Ukûd’üd-Dürriyye, I/101.
[20] Şeyh Mehmed Arif, Terc. Siyâsetname, sh. 6, 25-28.
[21] Tercüme-i Siyâsetnâme, 29-30.
[22] Topkapı Sarayı Arşivi, No: E. 12079/18.
[23] TSA, No: E. 12079/ 7.
[24] TSA, No: 12079/11.
[25] TSA., E. 12079/5.
[26] TSA., E. 12079/13.
[27] Bediüzzaman, Lem’alar, İstanbul 1995, Sözler Yayınevi, sh. 337-338.
[28] Özcan, Abdulkadir, Fatih’in Teşkilat Kanunnamesi, 24 - 25.
[29] Hüdâvendigâr Kanunnâmesi, md. 30 (Barkan, Kanunları, 5).
[30] Özcan, 20.
[31] Bediüzzaman, Lem’alar, İstanbul 1995, Sözler Yayınevi, sh. 337-338.
[32] İbn-i Kemal, Tevârih-i Al-i Osman, Defter I, sh. 129; Aktan, Ali, Osmanlı Hânedânı İçinde Saltanat Mücadelesi ve Kardeş Katli, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Ekim 1987, sy. 10, sh. 8.
[33] Aktan, 8-10; Hoca Sa’adeddin Efendi, Tac’üt-Tevârîh, I/156-158.
[34] Krş, Aktan, 10-11.
[35] Krş. Aktan, 10-12.
[36] Krş, Aktan, 12-14.
[37] Krş, Aktan, 14-15.
[38] İbn-I Kemal, VII. Defter, sh. 8-9.
[39] Aktan, 15-16.
[40] Aktan, TDTD, 1987, sy. 11, sh. 45-47.
[41] Aktan, 47- 48.
[42] Krş. Aktan, 48-49.
[43] Krş. Aktan, 49-50.
[44] Aktan, 50 vd.



1.Bölüm için Tıklayın!


.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Gmail hesabı olmayan arkadaşlarımız hemen alt kısımda 'Yorumlama biçimi' listesinden 'Adı/URL'yi seçerek sadece isimlerini yazarakta yorum yapabilirler.
::..Görüşleriniz bizim için değerlidir..::
::..Lütfen Düşüncelerinizi Yorum Olarak Belirtiniz..::